12 Temmuz / 2021

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “Ruslarla Ukraynalıların Tarihî Birliği Hakkında” adlı makalesi.

12 Temmuz 2021

Geçtiğimiz günlerde “Direkt Hat” programı sırasında Rusya-Ukrayna ilişkileri hakkında soru sorulduğunda Ruslarla Ukraynalıların tek bir halk, bir bütün olduklarını söyledim. Bu sözler, herhangi bir konjonktüre, mevcut siyasi şartlara göre söylenmedi. Bunu daha önce de defalarca dile getirdim. Bu benim fikrim. Bundan dolayı da bu görüşümü ayrıntılı olarak açıklamayı, günümüzdeki durumu değerlendirmeyi gerekli gördüm.

En başta şunun altını çizeyim: tek bir tarihî ve manevî alanın birer parçası olan Rusya ile Ukrayna arasında son yıllarda ortaya çıkan duvarı büyük ortak bir felaket, trajedi olarak algılıyorum. Tüm bunlar, en başta farklı dönemlerde yapılan bizim kendi hatalarımızın neticeleridir. Aynı zamanda bunlar, bizim birliğimizi her zaman kırmak isteyen güçlerin belli bir maksadı olan çalışmalarının sonucudur. Kullanılan formül de asırlardır bilinen bir formüldür: “Böl ve Yönet.” Yeni hiçbir şey yok. Amaç, millî mesele üzerinden oyun oynamak ve insanlar arasında ihtilaf çıkarmak, bundan da önemlisi ise bölmek, daha sonra tek bir halkın farklı kısımlarını birbirine saldırtmak.

Şimdiki zamanı daha iyi anlamak ve geleceğe bir göz atmak için tarihe başvurmalıyız. Şüphesiz bir makale çerçevesinde bin yıldan fazla bir süre içerisinde meydana gelen tüm olayları ele almak mümkün değil. Burada, Rusya’da da Ukrayna’da da unutmamamız gereken önemli ve tarihte ani değişiklikler yaratan olaylar üzerinde duracağım.

Ruslar da Ukraynalılar da Beyaz Ruslar da Avrupa’nın en büyük devletlerinden biri olan Eski Rusya’nın mirasçısıdır. Ladoga, Novgorod ve Pskov’dan başlayıp Kiev ve Çernigov’a kadarki muazzam büyüklükteki topraklarda Slav ve diğer kabileler, tek bir dil (Şimdi, biz bu dile, Eski Rusça diyoruz), ekonomik bağlantılar, Rürik soylu prenslerinin iktidarıyla birbirine sıkı sıkıya bağlıydılar. Rusya’nın resmî olarak Hristiyanlığı kabul etmesinden sonra bu bağ, tek bir dinle (Ortodoksluk) daha da pekişti. Hem Novgorod hem de Büyük Kiev prensi olan Aziz Vladimir’in bu dinî seçimi, bugün de büyük ölçüde bizim akrabalığımızı belirliyor.

Kiev prenslik tahtı, Eski Rus Devleti’nde hâkim konumdaydı. IX. yüzyıldan beri de bu böyleydi. Povest Vremennıh Let (Geçmiş Yılların Hikâyesi) adlı kaynak, sonraki nesiller için Kahin lakaplı Prens Oleg’in Kiev hakkındaki “Kiev, Rus şehirlerinin anası olsun!” şeklindeki sözlerini korudu.

Daha sonraki tarihlerde, dönemin diğer Avrupa ülkeleri gibi Eski Rusya da merkezî iktidarın zayıflaması, parçalanmışlık gibi bir sorunla karşılaştı. Bununla birlikte asilzadeler de sıradan insanlar da Rusya’yı ortak bir alan, kendi Vatan’ı olarak algılıyordu.

Kiev dahil olmak üzere birçok şehrin yıkımına ve soyulmasına yol açan Batu’nun tahripkâr seferinden sonra parçalanmışlık daha da arttı. Kuzeydoğu Rusya, Altın Ordu’nun hâkimiyeti altına girdi, ancak sınırlı da olsa egemenliğini korudu. Güney ve Batı Rus toprakları ise büyük ölçüde Büyük Litvanya Prensliği içerisinde yer aldı ki bu devletin tarihî belgelerde Büyük Litvanya ve Rusya Prensliği olarak adlandırıldığının altını çizmek istiyorum.

Prens ve boyar sınıflarının temsilcileri, bir prensin hizmetinden başka bir prensin hizmetine geçiyor, kendi aralarında savaşıyor, aynı zamanda da barışıyor ve ittifaklar kuruyorlardı. Kulikovo Meydanı’nda Büyük Moskova Prensi Dmitriy İvanoviç’in safında Volın’li Voyvoda Bobrok, Büyük Litvanya Prensi Olgerd’in oğulları Andrey Polotskiy ve Dmitriy Bryanskiy de yer aldı. Tver prensinin kızının oğlu Litvanya Büyük Prensi Yagaylo ise Mamayla birleşmek üzere yola çıktı. Tüm bunlar, bizim ortak tarihimizin sayfaları, karmaşıklık ve çok yönlülüğünün yansımasıdır.

Batı Rus topraklarında da Doğu Rus topraklarında da insanların aynı dili konuştuklarını belirtmek önemlidir. Dinleri ise Ortodoksluk idi. XV. yüzyılın ortasına kadar da ortak dinî yönetim söz konusuydu.

Tarihî gelişimin yeni döneminde Eski Rus Devleti’nin topraklarının yeniden birleşme merkezi olarak Litvanya Rusya’sı da Moskova Rusya’sı da olabilirdi. Tarih öyle uygun gördü ki, Eski Rus Devleti’nin geleneklerini devam ettiren birleşme merkezi, Moskova oldu. Prens Aleksandr Nevskiy’in neslinden gelen Moskova prensleri, yabancı boyunduruğundan kurtuldular ve tarihî Rus topraklarını birleştirmeye başladılar.

Büyük Litvanya Prensliği’nde bambaşka süreçler yaşandı. XIV. yüzyılda Litvanya’nın yönetici eliti, Katolikliği kabul etti. XVI. yüzyılda ise Leh Krallığı ile Lublin Anlaşması’nı imzaladı ve böylece Lehistan-Litvanya Birliği kurulmuş oldu. Leh Katolik eliti, Rus topraklarında önemli topraklar ve imtiyazlar elde etmiş oldu. 1596 tarihli Brest Kiliseler Birliği’ne göre ise Batı Rus Ortodoks ruhban sınıfının bir kısmı, Papa’nın idaresine girdi. Lehleştirme ve Latinleştirme siyaseti izlendi, Ortodoksluk baskı ile karşı karşıya kaldı.

Buna cevaben XVI-XVII. yüzyıllarda Dinyeper Boyu’nda yaşayan Ortodoks halk, kurtuluş hareketi başlattı. Hetman Bogdan Hmelnitskiy dönemindeki gelişmeler, dönüm noktası oldu. Onun taraftarları Lehistan-Litvanya Birliği’nden özerklik elde etmeye çalıştılar.

Zaporijya birliklerinin[1] 1649’da Lehistan-Litvanya kralına yazdığı arzuhalde Rus Ortodoks halkının haklarının korunmasından bahsediliyor ve “Kiev voyvodasının Rus kökenli ve Ortodoks olması, Tanrı’nın kiliselerine baskı uygulamaması” isteniyordu. Ancak Zaporijyaları duymadılar.

Bunun üzerine Bogdan Hmelnitskiy, Moskova’ya arzuhaller gönderdi ve bunlar Rusya Meclisi’nde görüşüldü. 1 Ekim 1653’te Rus Devleti’nin en yüksek temsil organında da dindaşlara desteğin verilmesi ve onların himaye altına alınması kararlaştırıldı. Ocak 1654’te bu karar, Pereyaslavl Meclisi tarafından onaylandı. Ardından Bogdan Hmelnitskiy ile Moskova’nın elçileri Kiev dahil onlarca şehri dolaştılar ve bu şehirlerde yaşayan halk, Rus çarına sadakat yemini etti. Diğer taraftan Lublin Anlaşması yapılırken buna benzer bir süreç söz konusu değildi.

1654’te Moskova’ya gönderdiği mektupta B. Hmelnitskiy, Çar Aleksey Mihayloviç’e “Zaporijya Ordusu’nun tamamı ile tüm Rus Ortodoks Dünyası’nı kendi sağlam ve yüce hâkimiyetinin altına almayı kabul etmesi dolayısıyla” teşekkür etti. Leh kralına da Rus çarına da hitabetlerinde Zaporijyalar, kendilerini Rus Ortodoks nüfus olarak adlandırmıştır.

Rus Devleti ile Lehistan arasında uzun süren savaş sırasında B. Hmelnitskiy’in varisçisi olan bazı hetmanlar[2], zaman zaman Moskova’dan “ayrılırken”, zaman zaman da İsveç, Lehistan, Osmanlı’dan destek talebinde bulundular. Ancak tekrar edeyim, halk için bu savaş, “Kurtuluş Savaşı” niteliği taşıyordu. Bu savaş, 1667’de Andrusovo Barışı’nın imzalanmasıyla sona erdi. Savaşın nihai sonuçları ise 1686’da “Ebedî Barış” ile belirlendi. Kiev şehri, Poltavşina, Çernigovşina ve Zaporijya dâhil Dinyeper’ın sol kıyısındaki topraklar, Rus Devleti’nin içerisine dahil edildi. Buraların halkı, Rus Ortodoks halkının ana kısmıyla birleşmiş oldu. Bu bölgeye de “Küçük Rusya” adı verildi.

“Ukrayna” adı ise o dönemde kaynaklarda daha XII. yüzyıldan itibaren kullanılan eski Rusçadaki “okraina” (sınır) anlamında, yani sınır boyu toprakları için kullanılmıştır. “Ukrain” kelimesi ise başta arşiv belgelerine göre dış sınırların güvenliğini sağlayan, sınırda görev yapan kimseleri ifade ediyordu.

Lehistan-Litvanya Birliği içerisinde kalan sağ kıyıda ise eski düzen tesis edildi, sosyal ve dinî baskı arttı. Birlik devletin koruması altına alınan sol kıyıdaki topraklar hızla gelişmeye başladı. Dinyeper Nehri’nin diğer kıyısından buraya toplu göçler başladı. İnsanlar, aynı dili konuştukları ve aynı dine mensup oldukları insanlardan destek arıyorlardı.

İsveç ile yapılan Kuzey Savaşı sırasında Küçük Rusya vatandaşlarının tarafı belliydi. Mazepa’nın isyanını Kazakların[3] yalnızca küçük bir kısmı destekledi. Farklı sınıftan insanlar kendilerini Rus ve Ortodoks olarak görüyordu.

Dvoryan (asil) sınıfına dahil edilen Kazak ileri gelenleri Rusya’da siyasi, diplomasi ve askerî alanlarda başarılı kariyer yaptılar. Kiev-Mohyla Akademisi mezunları ise dinî alanda öncül rol oynadılar. Hetmanlık döneminde de (kendine has özel iç yapıya sahip özerk devlet oluşumu), daha sonra Rusya İmparatorluğu’nda da durum böyleydi. Ortak büyük devleti, onun devlet yapısını, kültürünü, bilimini kuran da Küçük Rusya halkıydı. Onlar Ural, Sibirya, Kafkasya, Uzak Doğu’nun yerleşime açılmasında ve geliştirilmesinde de önemli rol oynadılar. Hatta Sovyet döneminde de Ukraynalılar, birlik devletin yönetimi dahil olmak üzere en önemli görevlerde bulundular. Parti kişiliklerinden Ukrayna ile yakın bağlantıları olan N. Hruşov ile L. Brejnev’in toplamda 30 yıl boyunca Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin başında bulunduklarını da belirtmek gerekiyor.

XVIII. yüzyılın ikinci yarısında, Osmanlı Devleti ile savaşlardan sonra, Kırım ve “Yeni Rusya” olarak adlandırılan Karadeniz Yanı bölgesindeki topraklar da Rusya’nın içerisinde yer aldı. Buralara Rusya’nın tüm vilayetlerinden insanlar yerleştirildi. Lehistan-Litvanya Birliği’nin bölünmesinden sonra Rusya İmparatorluğu Batı’daki eski Rus topraklarını geri aldı. Yalnızca Galiçya ve Karpat Ötesi, başta Avusturya, ardından da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun içerisinde yer aldı.

Batı Rusya topraklarının ortak devlet alanıyla entegrasyonu, yalnızca siyasi ve diplomatik kararların neticesi değildi. Bu entegrasyon, ortak din ve kültür gelenekleri ve bir kez daha tekrarlayayım dil yakınlığı temelinde gerçekleşti. Daha XVII. yüzyılın başında Uniat Kilisesi din adamlarından İosif Rutskiy, Roma’ya gönderdiği mektubunda Moskova Rusya’sı vatandaşlarının Lehistan-Litvanya Birliği’ndeki Rusları “kardeş” olarak adlandırdıklarını, onların yazı dillerinin tamamen aynı olduğunu, konuşma dilinde ise farklılıklar olmasına rağmen bu farkların büyük olmadığını belirtmiştir. Ona göre durum, Roma ile Bergamo vatandaşları arasındaki duruma benziyordu. Bunlar ise bildiğimiz gibi günümüz İtalyası’nın merkezi ile kuzeyidir.

Şüphesiz asırlarca süren parçalanmışlığın ve farklı ülkelerde yaşamanın sonucunda bölgesel dil özellikleri, lehçeler ortaya çıktı. Edebî dil ise halk dili sayesinde zenginleşti. Bu bağlamda İvan Kotlyarovskiy, Grigoriy Skovoroda ve Taraş Şevçenko önemli rol oynadı. Onların eserleri, bizim ortak edebî ve kültür servetimizdir. Taras Şevçenko şiirlerini Ukraynaca, eserlerini ise daha çok Rusça yazdı. Rus vatanseveri, Poltavşina doğumlu Nikolay Gogol’un kitapları, Rusça yazıldı, Küçük Rusya’ya has halk deyimleri ve folklor motifleriyle doludur. Bu miras, Rusya ile Ukrayna arasında nasıl paylaştırılabilir? Ayrıca bu neden yapılmalı ki?

Rus İmparatorluğu’nun güneybatı toprakları, Küçük Rusya, Yeni Rusya, Kırım renkli etnik ve dinî yapılara sahip bölgeler olarak geliştiler. Burada Kırım Tatarları, Ermeniler, Grekler, Yahudiler, Karaimler, Kırımçaklar, Bulgarlar, Lehler, Sırplar, Almanlar ve diğer halklar yaşıyordu. Bunların hepsi de kendi dinlerini, adet ve geleneklerini koruyordu.

Hiçbir şeyi idealize etme niyetinde değilim. 1863 tarihli Valuev Genelgesi de 1872 tarihli Ems kararları da biliniyor. Bunlar, dinî ve sosyo-politik konularda Ukraynaca yazılan eserlerin yayınını ve yurtdışından ülkeye sokulmasını yasaklıyordu. Ancak bunu da tarihî olaylar bütünlüğü içerisinde değerlendirmek gerekiyor. Bu kararlar, Polonya’da yaşanan dramatik olaylar ve Polonya millî hareketlerinin liderlerinin “Ukrayna meselesini” kendi çıkarları doğrultusunda kullanma bağlamında alındı. Şunu da ekleyeyim, edebî eserlerin, şiir külliyatlarının, halk şarkılarının yayınına devam edildi. Objektif faktörler gösteriyor ki, Rusya İmparatorluğu’nda Küçük Rusya kültürel kimliği, Büyük Rusları, Küçük Rusları ve Beyaz Rusları birleştiren büyük Rus Ulusu çerçevesinde aktif bir şekilde gelişmeye devam etti.

Aynı dönemde Polonya eliti ve Küçük Rusya elitinin bir kısmı arasında Ruslardan ayrı Ukrayna halkının varlığına dair görüşler ortaya çıkmaya ve pekişmeye başladı. Bu görüşlerin arkasında tarihî bir dayanak yoktu, olamazdı da. Bundan dolayıdır ki, varılan sonuçlar çok farklı uydurmalara dayandırıldı. O kadar ki Ukraynalıların Slav olmadığını söyleyenler olduğu gibi, Ukraynalıların gerçek Slav, Rusların ise “Moskovit” olduğunu ileri sürenler de oldu. Ama bu doğru değil. Bu tür “tezleri” sıkça siyasi amaçlar doğrultusunda Avrupa devletleri arasındaki mücadelede bir araç olarak kullanmaya başladılar.

XIX. yüzyılın sonundan itibaren Avusturya-Macaristan yetkilileri bu konuyu, Polonya millî hareketi ve Galiçya’da ki Moskova yanlısı havaya karşı aktif olarak kullandılar. I. Dünya savaşı yıllarında Viyana, Ukrayna muharebe nişancı lejyonunun kurulmasına önayak oldu. Ortodoksluğa ve Rusya’ya sempati duyduğu ileri sürülen Galiçya’lılar sert baskıya maruz kalıyor, Talergof ve Terezin toplama kamplarına atılıyordu.

Sonraki gelişmeler ise Avrupa imparatorluklarının çöküşü, eski Rus İmparatorluğu’nun muazzam coğrafyasında gerçekleşen çetin İç Savaş, yabancıların askerî müdahalesiyle bağlantılıdır.

Şubat Devrimi’nden sonra, Mart 1917’de Kiev’de en yüksek iktidar organı olmaya aday olan Merkezî Rada (Konseyi) kuruldu. Kasım 1917’deki üçüncü genelgesinde ise Rada, Rusya içerisinde Ukrayna Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan etti.

1917’de Ukrayna Halk Cumhuriyeti Temsilcileri, Sovyet Rusya ile Almanya ve müttefikleri ile görüşmelerin yapıldığı Brest-Litovsk’a geldiler. 10 Ocak 1918’deki toplantıda Ukrayna Delegasyonu’nun başkanı, Ukrayna’nın bağımsızlığına dair notayı okudu. Ardından ise Merkezî Rada dördüncü genelgesinde Ukrayna’nın bağımsızlığını ilan etti.

Deklere edilen egemenlik, uzun sürmedi. Bundan birkaç hafta sonra Meclis delegasyonu, Almanya Bloku ülkeleri ile ayrı bir barış anlaşması yaptı. Zor durumda olan Almanya ve Avusturya-Macaristan’ın Ukrayna’nın buğdayı ile hammaddesine ihtiyacı vardı. Büyük miktarlardaki tedariklerin sağlanması için de Ukrayna Halk Cumhuriyeti’ne ordu ve teknik personelin gönderilmesini kabul ettirdiler. Fiiliyatta aslında tüm bunları işgal için bir gerekçe olarak kullandılar.

Bugün Ukrayna’yı dış güçlerin yönetimine veren kimseler, o tarihlerde, 1918’de buna benzer bir kararın Kiev’deki hâkim rejim için korkunç neticelerinin olduğunu unutmamalıdır. İşgal güçlerin de katılımıyla Merkezî Meclis feshedildi, iktidara ise Hetman P. Skoropadskiy getirildi. Skoropadskiy, Ukrayna Halk Cumhuriyeti yerine aslına bakılırsa Almanya’nın himayesinde olan Ukrayna Devleti’ni ilan etti.

Kasım 1918’de, Almanya ve Avusturya-Macaristan’daki devrim olaylarından sonra, Alman silahlarının desteğinden mahrum kalan P. Skoropadskiy bambaşka bir siyaset izledi ve “Tüm Rusya Federasyonu’nun kuruluşunda harekete geçen ilk tarafın Ukrayna olması gerektiğini” açıkladı. Ancak rejim yine değişti ve (4)Direktor dönemi başladı. Sonbahar 1918’de Ukrayna milliyetçileri Batı Ukrayna Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan ettiler, Ocak 1919’da ise bu cumhuriyetin Ukrayna Halk Cumhuriyeti ile birleştiğini açıkladılar. Temmuz 1919’da Ukrayna birlikleri, Polonya ordusu tarafından bozguna uğratılınca eski Batı Ukrayna Halk Cumhuriyeti’nin toprakları, Polonya’nın idaresi altına girdi.

Nisan 1920’de S. Petlüra (günümüz Ukraynası’nda “kahramanlardan” biri olarak kabul ediliyor.) Ukrayna Halk Cumhuriyeti Direktorisi adına gizli anlaşmalar yaptı. Bunlara göre de askerî destek karşılığında Polonya’ya Galiçya ve Batı Volın topraklarını verdi. Mayıs 1920’de Petlüra’nın askerleri Polonya birliklerinin atlı araba katarlarıyla Kiev’e girdiler. Ancak bu durum da uzun sürmedi. Kasım 1920’de Polonya ile Sovyet Rusyası’nın barışından sonra, Petlüra birliğinin kalıntıları Polonyalılara teslim oldu.

Ukrayna Halk Cumhuriyeti örneğinde İç Savaş ve karışıklıklar döneminde eski Rusya İmparatorluğu topraklarında kurulan yarı devlet oluşumlarının ne kadar kararsız ve sağlam olmadığını görmek mümkün. Milliyetçiler kendi ayrı devletlerini kurmayı çabalarken Beyazlar Hareketi’nin liderleri parçalanmaz Rusya’yı savunuyordu. Bolşevik taraftarlarının oluşturdukları birçok cumhuriyet de kendisini Rusya’nın dışında düşünemiyordu. Bununla birlikte farklı sebeplerden ötürü Bolşevik Parti liderleri zaman zaman onları Sovyet Rusya’nın sınırlarının dışına çıkartıyordu.

Örneğin 1918 yılının başında Donetsk-Krivorog Sovyet Cumhuriyeti ilan edildi ve bu cumhuriyet, Moskova’ya başvurarak Sovyet Rusya’ya dâhil olmak istediğini bildirdi. Olumsuz cevap verildi. Vladimir Lenin bu cumhuriyetin yöneticileriyle bir görüşme yaptı ve onları Sovyet Ukrayna içerisinde olmaları konusunda ikna etti. 15 Mart 1918’de Rusya (Bolşevik) Komünist Partisi Merkezî Komitesi, Ukrayna Şura toplantısına Donetsk Havzası’ndan da dâhil olmak üzere delege göndermeyi ve toplantıda “tüm Ukrayna için tek hükümetin kurulmasını” kararlaştırdı. Donetsk-Krivorog Sovyet Cumhuriyeti’nin toprakları daha sonra büyük ölçüde Ukrayna’nın güneydoğu bölgelerini oluşturdular.

            1921 Rusya SSC, Ukrayna SSC ve Polonya arasında imzalanan Riga Anlaşması’na göre eski Rusya İmparatorluğu’nun batı toprakları, Polonya’ya verildi. İki savaş arasındaki dönemde Polonya Hükümeti, “doğu kreis”lerinde etnik yapıyı değiştirmek amacıyla aktif bir şekilde göç siyaseti izledi. Kreis, Polonya’da Batı Ukrayna, Batı Beyaz Rusya ve Litvanya’nın bir kısmı için kullanılan bir terimdi. Sert bir şekilde Lehleştirme siyaseti izlendi, yerli kültür ile gelenekler bastırıldı. Daha sonra, II. Dünya Savaşı yıllarında, radikal Ukrayna milliyetçi grupları bunu gerekçe göstererek yalnızca Polonyalılara karşı değil, Yahudi ve Rus nüfusuna karşı da terör faaliyetlerinde bulundular.

            1922’de kurucu üyelerden birinin Ukrayna SSC olduğu SSCB kurulurken, Bolşevik liderleri arasında sert tartışmaların yapılmasından sonra, eşit haklara sahip cumhuriyetlerin federasyonu olarak Birlik Devlet’in kuruluşuna dair Lenin’in planı kabul edildi. SSCB kuruluş deklarasyon metninde de 1924 tarihli SSCB Anayasası’nda da cumhuriyetlerin Birlik’ten kendi istekleriyle ayrılma hakkının olduğu belirtilmiştir. Böylece bizim devlet yapımızın temeline en tehlikeli “saatli bomba” yerleştirilmiş oldu. SSCB Komünist Partisi’nin yönetici rolü şeklindeki emniyet mekanizması ortadan kalkar kalkmaz da bu bomba patladı. Komünist Partisi ise neticede içeriden yıkıldı. “Egemenlikler geçitleri” başladı. 8 Aralık 1991’de Bağımsız Devletler Topluluğu’nun kuruluşuna dair Belovej Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmada da “SSCB’nin uluslararası hukukun bir parçası ve jeopolitik gerçek olarak varlığını sonlandırdığı” belirtildi. Ukrayna’nın 1993’te kabul edilen Bağımsız Devletler Topluluğu Tüzüğü’nü imzalamadığını ve onaylamadığını da belirtmekte fayda var.

            Geçtiğimiz yüzyılın 20-30’lı yıllarında Bolşevikler, “merkezî iktidar ile cumhuriyetlerdeki yerli halk arasındaki ilişkileri iyileştirme” siyaseti izlediler. Ukrayna SSC’de bu siyaset, halkı Ukraynalılaştırma olarak gerçekleştirildi. Semboliktir ki, bu siyaset çerçevesinde Sovyet iktidarının da onayıyla Avusturya-Macaristan’ın desteğini arkasına alan ve Ukrayna milliyetçiliğinin fikir babalarından biri olan Merkezî Rada eski başkanı M. Gruşevskiy SSCB’ye döndü, hatta Bilimler Akademisi’ne üye seçildi.

“Merkezî iktidar ile cumhuriyetlerdeki yerli halk arasındaki ilişkileri iyileştirme” siyaseti şüphesiz Ukrayna kültürü, dili ve kimliğinin gelişimi ve pekişmesinde büyük rol oynadı. Diğer taraftan Rus büyük devlet şovenizmi ile mücadele kılığı altında Ukraynalılaştırma siyaseti kendini Ukraynalı olarak görmeyenlere karşı da uygulandı. Sovyetlerin milli siyaseti, büyük Rus ulusu, üç halkın (Büyük Rus, Küçük Rus, Beyaz Rus) birliği yerine üç ayrı Slav halkının (Rus, Ukrayna, Beyaz Rusya) varlığına dair tezi devlet seviyesinde de pekiştirmiş oldu.

1939 yılında daha önce Polonya tarafından ele geçirilen topraklar, SSCB’ye iade edildi. Bunların büyük bir kısmı, Sovyet Ukraynası’na dahil edildi. 1940’ta Kuzey Bukovina ile Romanya tarafından 1918’de işgal edilen Besarabya’nın bir kısmı da, 1948’de Karadeniz’deki Zmeinıy Adası da Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (SSC)’ne verildi. 1954’te Rus SSC içerisindeki Kırım yarımadası, o dönemin hukukî normları son derece kaba bir şekilde ihlal edilerek Ukrayna SSC’ye verildi.

Karpat Altı Rusyası’nın kaderine ayrıca değinmek istiyorum. Avusturya-Macaristan’ın yıkılışından sonra burası Çekoslovakya’nın içerisinde kaldı. Buranın yerli nüfusunun önemli bir kısmını, Ruslar oluşturuyordu. Bugün bu, pek hatırlanmıyor. Hâlbuki Karpat Ötesi, Sovyet birlikleri tarafından kurtarıldıktan sonra bölgenin Ortodoks nüfusunun şurası, Karpat Altı Rusyası’nın Rusya SSC’ne veya doğrudan Karpat Rus Cumhuriyeti olarak SSCB’ne dahil edilmesini istedi. Ancak insanların bu sesi duyulmadı. 1945 yazında ise Pravda gazetesinin yazdığına göre Karpat Ötesi Ukrayna’nın “kendi eski vatanı Ukrayna” ile birleştiği ilan edildi.

Böylece günümüz Ukraynası, tam olarak Sovyet döneminin ürünüdür. Ukrayna’nın büyük ölçüde tarihî Rusya toprakları sayesinde oluşturulduğunu biliyoruz ve hatırlıyoruz. Bunu anlamak için XVII. yüzyılda Rus Devleti ile birleşen toprakları, Ukrayna’nın SSCB’den ayrıldığı topraklarla kıyaslamak yeterli olacaktır.

Bolşevikler, Rus halkına sosyal deneylerde kullanılan, tükenmez bir malzeme olarak yaklaştılar. Onlar milli devletleri ortadan kaldıracağını düşündükleri dünya devrimini hayal ettiler. Bundan dolayı da sınırları rastgele çiziyor, cömertçe topraklar “hediye” ediyorlardı. Nihayetinde Bolşevik liderlerinin ülkeyi parça parça keserken neye göre hareket ettiklerinin artık bir önemi yoktur. Kararların ayrıntıları, iç yüzü ve mantığı tartışılabilir. Rusya’nın fiilen soyulduğu ortadadır!

Bu makale üzerinde çalışırken gizli arşivlere değil de herkesçe bilinen bilgileri içeren açık belgelere dayandım. Günümüz Ukraynası’nın yöneticileri ve onların yurtdışındaki hamileri bu konuları hatırlamamayı tercih ediyorlar. Halbuki Ukrayna yetkilileri de yurtdışındakiler de alakalı alakasız birçok konuda “Sovyet rejiminin suçlarını” kınıyorlar; Sovyetler Birliği Komünist Partisi, SSCB ve özellikle de günümüz Rusyası’nın herhangi bir ilişkisinin olmadığı birçok olayı da bu suçlar arasına dahil ediyorlar. Bu arada Bolşeviklerin Rusya’nın tarihî coğrafyalarını Rusya’dan koparıp dağıtmaya yönelik faaliyetlerini suç olarak görmüyorlar. Neden olduğu ortada. Rusya’nın zayıflamasına yol açan her şey, bize iyi niyet beslemeyenlerin işine yarıyor.

SSCB’de cumhuriyetler arasındaki sınırlar tabii ki de devlet sınırları olarak görülmüyor, tek bir ülke içerisinde şartlı nitelik taşıyorlardı ki bu ülke, federasyonun tüm vasıflarını taşımasına rağmen esas itibarıyla ve bir kez daha altını çizeyim Komünist Parti’nin yönetici rolü sayesinde son derece merkezî bir devletti. Ancak 1991’de tüm bu topraklar, en önemlisi de orada yaşayan insanlar, bir anda kendilerini yurtdışında buldular. Ve artık gerçekten de tarihî Vatanları’ndan koparılmışlardı.

Ne denilebilir? Ülkelerle topluluklar dâhil her şey değişiyor. Ve tabii ki bir halkın bir parçası kendi gelişimi sırasında bir takım sebeplerden ve tarihî şartlardan ötürü belli bir dönemde kendisini ayrı bir millet olarak hissedebilir. Buna nasıl yaklaşılmalı? Tek bir cevap olabilir: Saygı ile!

Kendi devletinizi mi kurmak istiyorsunuz? Lütfen! Ancak ne tür şartlarda? Burada yeni Rusya’nın en parlak siyaset adamlarından, St. Petersburg’un ilk Belediye Başkanı A. Sobçak’ın değerlendirmesini hatırlatayım. Profesyonel bir hukukçu olarak o, her kararın kanunlara uygun bir şekilde alınması gerektiğini düşünüyor ve 1992’de şöyle bir görüş ortaya attı: “Sovyetler Birliği’nin kurucusu cumhuriyetler, 1922 Anlaşması’nı yürürlükten kaldırdıktan sonra Birliğe dahil oldukları dönemdeki sınırlara dönmeliydiler. Diğer toprak kazanımları ise müzakere ve görüşme konusudur. Zira lağvedilen şey, temeldir.”

Diğer bir deyişle, neyle geldiyseniz, onunla gidin. Böyle bir mantıkla tartışmak zordur. Ancak şunu ekleyeyim: Bolşevikler sınırları keyfî bir şekilde yeniden belirleme işini, belirttiğim gibi Birlik kurulmadan önce başlattılar. Topraklarla tüm manipülasyonları da insanların görüşlerini itibara almayarak kişisel çıkarlarla gerçekleştirdiler.

Rusya Federasyonu, yeni jeopolitik gerçekleri kabul etti. Kabul etmekle de kalmadı, Ukrayna’nın bağımsız bir ülke olması için birçok şey de yaptı. Zorlu 90’lı yıllarda ve yeni yüzyılda Ukrayna’ya önemli destekte bulunduk. Kiev’de kendi “siyasi aritmetiklerini” kullanıyorlar, ancak yalnızca 1991-2013 yıllarında düşük doğalgaz fiyatları sayesinde Ukrayna 82 milyar Dolar’dan daha fazla bir miktar tasarruf etti. Bugün ise bizim gazın Avrupa’ya ihracatı dolayısıyla 1.5 milyar Dolarlık transit ücretine adeta “yapışmaktadır”. Hâlbuki bizim ülkelerimiz arasındaki ekonomik bağlantılar devam etseydi Ukrayna için katkısı, onlarca milyar Dolarla hesaplanabilirdi.

Ukrayna ile Rusya, on yıllarca, asırlarca ortak bir ekonomik yapı olarak gelişti. 30 yıl öncesindeki iş birliğinin derinliğini, bugün AB ülkeleri kıskanabilirdi. Biz, doğal, birbirlerini tamamlayan ekonomik ortaklarız. Böyle sıkı karşılıklı bir iletişim, rekabet edilebilir avantajları ve her iki ülkenin de potansiyelini arttırabilir.

Ukrayna’da ise böyle bir potansiyel vardı. Güçlü alt yapı, doğalgaz boru hatları sistemi, gemi inşaatı, uçak, füze ve alet yapımı, dünya çapında bilimsel ve proje mühendisliği okulları, bu potansiyeli oluşturan alanlardı. Böyle mirası alan Ukrayna liderleri bağımsızlığı ilan ederken Ukrayna ekonomisinin Avrupa’nın en önde gelen ekonomilerden biri, insanların da en yüksek standartlardan birine sahip olacağını vaat etmişlerdi.

Bugün bir zamanlar gurur duyulan yüksek teknoloji sanayi devleri de ülkenin tamamı da yan gelip yatıyorlar. Son 10 yılda makine sanayi üretimi yüzde 42 oranında azaldı. Sanayinin zayıflaması ve genel olarak ekonominin gerileme ölçüsünü, elektrik enerji üretim göstergesine göre de anlamak mümkün. 30 yıl içerisinde elektrik enerjisi üretimi neredeyse iki kat azaldı. Yine İMF verilerine göre 2019’da, daha Covid-19 salgını başlamadan önce, Ukrayna’da kişi başına düşen milli gelir, 4 bin Dolar’dan daha azdı. Bu, Arnavutluk, Moldova ve tanınmamış Kosova’dan daha düşük. Ukrayna, bugün Avrupa’nın en fakir ülkesidir.

Bu, kimin suçu? Ukrayna halkının mı? Tabii ki de hayır. Ukrayna iktidarları, birçok neslin kazanımlarını havaya savurdular, boşa harcadılar. Ukrayna halkının ne kadar çalışkan ve yetenekli olduğunu biliyoruz. Ukrayna halkı ısrarla ve gayretle muazzam başarılar elde etmeyi iyi biliyor. Bu özellikler, samimiyet, doğal iyimserlik, misafirperverlikle birlikte kaybedilmedi. Milyonlarca insanın hisleri de eskisi gibi kaldı. Onlar Rusya’ya yalnızca iyi değil, büyük sevgiyle yaklaşıyorlar. Tıpkı bizim Ukrayna’ya yaklaştığımız gibi.

2014 yılına kadar yüzlerce anlaşma ile ortak proje, ekonomi, iş ortaklığı ve kültürel bağlantıların gelişimi, güvenliğin pekişmesi, ortak sosyal ve ekolojik sorunların çözümüne yönlendirilmişti. Tüm bunların gerek Rusya gerekse de Ukrayna halkına büyük faydası oldu. Bize göre en önemlisi de buydu. Bundan dolayıdır ki Ukrayna’daki altını çizerek söylüyorum tüm iktidarlarla yakın bir iş birliği yaptık.

2014’te Kiev’deki meşhur olaylardan sonra dahi Rusya Hükümeti’ne bakanlıklar ve kurumlar üzerinden ekonomik bağlantıların korunması ve desteklenmesi için muhtemel seçenekleri değerlendirme görevi vermiştim. Ancak karşı taraf aynı isteği geçmişte de göstermedi, günümüzde de. Buna rağmen Rusya, hala Ukrayna’nın en önemli 3 ticarî ortağı arasında yer alıyor, yüzbinlerce Ukraynalı Rusya’ya çalışmaya geliyor ve burada güler yüz ve destekle karşılanıyorlar. Demek ki Rusya, böyle bir “ saldırgan ülke ”.

SSCB yıkıldığında Rusya’da da Ukrayna’da da birçok kimse temelde kendilerini her zaman bir bütün olarak hisseden halkın birliğinin de yakın kültürel, manevi, ekonomik bağlantıların da korunacağına içtenlikle inanıyordu. Ancak olaylar, başta yavaş yavaş, ardından ise daha hızlı bir şekilde bambaşka yönde gelişmeye başladı.

Esasında Ukrayna elitleri sınır sorunu istisna olmak üzere kendi ülkelerinin bağımsızlıklarını, geçmişlerini reddederek temellendirmeye karar verdiler. Tarihi mitleştirmeye ve yeniden yazmaya, bizleri birleştiren her şeyi içeriden yok etmeye, Ukrayna’nın Rusya İmparatorluğu ile SSCB içerisinde bulunduğu dönemlerden işgal olarak bahsetmeye başladılar. Kollektifleştirme ve 30’lu yıllardaki açlık gibi ortak trajedileri ise Ukrayna halkının soykırımı olarak adlandırmaya başladılar.

Radikallerle neonaziler kendi makam ve mevki hırslarını gittikçe daha açık ve yüzsüz bir şekilde dile getirmeye başladılar. Resmî iktidarlarla Ukrayna halkını soyup çaldıklarını Batı bankalarında tutan ve kendi varlıklarını korumak için analarını dahi satmaya hazır olan yerli oligarklar da onlara yüz verdiler. Tüm bunlara devlet müesseselerinin kronik zayıflığını ve yabancı jeopolitik iradenin istekli rehini olma konumunu da eklemek gerekiyor.

2014 yılından çok öncesinde, ABD ile AB ülkelerinin planlı ve ısrarlı bir şekilde Ukrayna’nın Rusya ile ekonomi alanındaki iş birliğini sınırlandırmaya, azaltmaya çalıştıklarını bir kez daha hatırlatayım. Biz de Ukrayna’nın en büyük ticarî-ekonomi ortağı olarak çıkan sorunları, Ukrayna-Rusya-AB formatında ele almayı teklif ediyorduk. Ancak her seferinde “Rusya ile ilgisi yok. Mesele, yalnızca AB ile Ukrayna’yı ilgilendiriyor” şeklinde cevaplar aldık. Batı ülkeleri fiilen Rusya’nın diyaloga dair birçok teklifini reddettiler.

Yavaş yavaş Ukrayna’yı tehlikeli jeopolitik oyuna çektiler ki, bu oyunun amacı da Ukrayna’yı Avrupa ile Rusya arasında bariyere, Rusya karşıtı harp alanına dönüştürmektir. Kaçınılmaz olarak da “Ukrayna, Rusya değildir” tezinin de artık yeterli olmadığı bir dönem başladı. “Rusya karşıtı” tezine ihtiyaç duyuldu. Ancak bunu biz hiçbir zaman kabul etmeyeceğiz.

Bu projeyi ısmarlayanlar, temel olarak Leh-Avusturya fikir babalarının eski “Moskova karşıtı Rusya”nın kuruluş planlarını benimsemişler. Tüm bunların Ukrayna halkının çıkarına yapıldığını söyleyerek kimseyi kandırmayalım. Lehistan-Litvanya Birliği’nin Ukrayna kültürüne de Kazakların özerkliğine de ihtiyacı yoktu. Avusturya-Macaristan’da tarihî Rus toprakları acımasız bir şekilde sömürüldü ve buralar, en fakir topraklar olarak kaldılar. Ukrayna Milliyetçileri Kuruluşu - Ukrayna İsyancı Ordusu’ndaki askerlerin hizmet ettikleri Nazilere de Ukrayna değil, yaşam alanı ile Ari efendileri için köleler lazımdı.

Ukrayna halkının çıkarlarını, 2014 Şubatı’nda da düşünmediler. Sosyo-ekonomik sorunlar, hatalar, dönemin devlet yetkililerinin tutarsız faaliyetlerinin sebep olduğu insanların haklı memnuniyetsizliğini bencilce kullandılar. Batı ülkeleri doğrudan Ukrayna’nın içişlerine karıştılar, devrimi desteklediler. Devrimin koçbaşı ise radikal milliyetçi gruplar idi. Onların sloganları, ideolojisi, açıktan agresif bir şekilde yapılan Rusya karşıtlığı, büyük ölçüde Ukrayna’da devlet siyasetini de belirlemeye başladı. Bizi birleştiren ve hala yakınlaştıran her şeye darbe vuruldu. En başta, Rus diline. “Meydan” iktidarlarının ilk iş olarak devletin dil politikasına dair kanunu iptal etmeye çalıştıklarını hatırlatayım. Daha sonra “iktidarın temizlenmesi” ve Rusçayı eğitim sürecinden neredeyse tamamen çıkartan eğitim kanunu geldi.

Nihayet bu yılın Mayıs ayında şimdiki devlet başkanı, Rada’ya “yerli halklara” dair kanun tasarısını verdi. Buna göre de yalnızca etnik azınlık olan ve Ukrayna dışında kendi devlet oluşumu olmayan halklar, “yerli halk” olarak sayılmaktadır. Kanun kabul edildi. Yeni anlaşmazlık tohumları ekildi. Ve bu nerede yapıldı? Daha önce de belirttiğim gibi toprak, etnik yapı, dil, oluşum tarihi açılarından karmaşık bir yapıya sahip olan ülkede.

Şu da söylenebilir: Madem siz ortak büyük bir milletten, üç unsurlu ortak halktan bahsediyorsunuz, insanların kendilerini Rus, Ukraynalı veya Beyaz Rus olarak adlandırılmalarının bir anlamı var mı? Tamamen bu görüşe katılıyorum. Kaldı ki, özellikle karma ailelerde etnik aidiyetin belirlenmesi, kendi seçimini yapma konusunda özgür olan her insanın hakkıdır.

Ancak mesele şundadır ki, Ukrayna’da bugün durum bambaşkadır. Zira burada zorla kimlik değiştirme süreci söz konusudur. Ve en tiksindiricisi de Ukrayna’da Rusları yalnızca kökenlerinden, atalarının nesillerinden vazgeçirmeye zorlamakla kalmıyorlar, Rusya’nın onların düşmanı olduğu konusunda da inandırmaya zorluyorlar. Zorla asimilasyon ile Rusya karşıtı agresif tavır içinde olan, etnik olarak saf Ukrayna Devleti’ni kurma siyasetinin neticelerini bize karşı toplu imha silahları kullanmakla kıyaslanabilir olduğunu söylesek, abartmış olmayız. Ruslarla Ukraynalıların bu suni ve kaba ayrılışı neticesinde ortak Rus halkı, yüzbinlerce, belki de milyonlarca nüfus kaybedecek.

Manevi birlikteliğimize de darbe vurdular. Aynen Litvanya Büyük Prensliği döneminde olduğu gibi yeni bir dinî parçalanma başlattılar. Siyasi amaçlarının olduğunu gizlemeyerek devlet yetkilileri dinî hayata kaba bir şekilde müdahale ettiler ve meseleyi ayrışmaya, kiliseleri ele geçirmeye, papaz ve keşişleri dövmeye kadar götürdüler. Moskova Patrikliği ile manevî birliğinin korunması şartıyla Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin geniş özerkliği de onlar için yeterli gelmiyor. Birliğimizin asırlara dayanan ve gözle görünebilen sembolünü de ne pahasına olursa olsun yok etmek istiyorlar.

Ukrayna’nın her defasında BM Genel Kurulu’nun Nazizm’i kahramanlaştırmayı kınayan kararına karşı çıkmasının da izlenen siyasete uygun olduğunu düşünüyorum. Resmî yetkililerin himayesi altında Ukrayna’da Nazi SS timlerinin hala hafızalarda olan askeri suçlularının onuruna yürüyüş ve fener alayları gerçekleştirilmektedir. Bugün herkese ihanet eden Mazepa, Leh himayesi karşısında Ukrayna topraklarını dağıtan Petlüra, Nazilerle iş birliği yapan Bandera milli kahramanlar safına dahil ediliyorlar. Genç nesillerin akıllarından Ukrayna’da her zaman gurur duyulan gerçek vatansever ve galiplerin adlarını silmek için her şeyi yapıyorlar.

Kızıl Ordu safları ile partizan birliklerinde savaşan Ukraynalılar için Büyük Vatan (II. Dünya) Savaşı, kendi evlerini, kendi büyük ortak Vatanlarını savundukları için Vatan Savaşı’ydı. 2 binden fazlası, Sovyetler Birliği Kahramanı oldu. Efsanevî pilot İvan Nikitoviç Kojedub, korkusuz keskin nişancı Odessa ve Sivastopol savunucusu Lüdmila Mihaylovna Pavliçenko, cesur komutan Partizan Sidor Artemyeviç Kovpak, bunlardan yalnızca birkaçıdır. Bu eğilmez nesil, bizim geleceğimiz için savaştı, kendi hayatlarını feda etti. Onların kahramanlıklarını unutmak, kendi dedelerine, anne ve babalarına ihanet etmektir.

Ukrayna’daki milyonlarca vatandaş, “Rusya karşıtı” projesini reddetti. Kırım ve Sivastopol halkı, kendi tarihî seçimini yaptı. Güneydoğuda ise insanlar barış içerisinde kendi konumlarını savunmaya çalıştılar. Ancak çocuklar dâhil onların hepsini ayrılıkçı ve terörist ilan ettiler. Etnik temizlik ve askerî güç kullanmakla tehdit ettiler. Donetsk ile Lugansk vatandaşları da bunun üzerine kendi evlerini, dillerini, hayatlarını savunmak için ellerine silah aldılar. Ukrayna şehirlerinde başlayan kıyımdan, 2 Mayıs 2014’te Odessa’da Ukrayna neonazilerinin insanları canlı canlı yakarak yeni bir Hatın vakasını yaşatmalarından sonra onlara başka bir seçenek bıraktılar mı ki? Bandera’nın taraftarları benzer kıyımları Kırım, Sivastopol, Donetsk, Lugansk’ta da yapmaya hazırdılar. Hatta bugün de benzer planlardan vazgeçmiyorlar. Uygun zamanı bekliyorlar. Çok beklerler.

Hükümet darbesi ve onu takip eden Kiev yetkililerinin hareketleri, kaçınılmaz olarak çatışma ve iç savaşa yol açtı. BM’in insan haklarından sorumlu yüksek komiserinin değerlendirmesine göre Donbass’taki çatışmalar dolayısıyla 13 binden fazla insan hayatını kaybetti. Onların içerisinde yaşlılarla çocuklar da var. Korkunç, telafisi mümkün olmayan kayıplar var.

            Rusya, kardeş katline son vermek için elinden geleni yaptı. Donbass’taki sorunun barışçıl yollarla çözümünü hedefleyen Minsk Anlaşması yapıldı. Bugün de bunun bir alternatifinin olmadığından eminim. En azından Minsk “önlem bütününden” de Normand formatı ülkeleri liderlerinin konuyla ilgili açıklamalarından da kimse imzasını geri çekmedi. Ayrıca kimse 17 Şubat 2015 tarihli BM Güvenlik Konseyi kararını gözden geçirmeyi de teklif etmedi.

            Resmî görüşmeler sırasında, özellikle de Batılı ortaklarının “haddini bildirmelerinden” sonra, Ukrayna temsilcileri periyodik olarak Minsk Anlaşması’na “tam bağlı” olduklarını belirtiyorlar. Uygulamada ise “kabul edilemez” tutumunu sergiliyor ve Donbass’ın özel statüsünü de burada yaşayan insanların garantilerini de ciddi olarak görüşme niyetinde değiller. Bunun yerine “dış saldırı kurbanı” görüntüsünü propaganda etmeyi ve Rus Korkusu ticareti yapmayı tercih ediyorlar. Donbass’ta kanlı provokasyon olayları çıkartıyorlar. Diğer bir deyişle dış hamilerinin ve efendilerinin dikkatlerini üzerlerine çekmek için ellerinden geleni yapıyorlar.

            Öyle anlaşılıyor ki ve bundan gittikçe daha fazla emin olmaya başladım: Kiev, Donbass’ı istemiyor. Neden? Çünkü ilk olarak, bu bölgelerin insanları zorla, tehditle, abluka ile kabul ettirilmeye çalışılan düzeni hiçbir zaman kabul etmeyeceklerdir. İkinci olarak Rusya, Almanya ve Fransa’nın arabuluculuğunda Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Lugansk Halk Cumhuriyeti ile doğrudan anlaşmaya vararak barışçıl yollarla Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü sağlamayı imkan tanıyan Minsk-1’in de Minsk-2’nin de sonuçları, “Rusya karşıtı” projenin mantığına ters düşüyor. Proje ise ancak iç ve dış düşman algısı devamlı gündemde olduğu takdirde ayakta kalabiliyor. Şunu da ekleyelim bu süreç tabii ki Batılı ülkelerin himayesi ve kontrolü altında gerçekleşiyor.

            Fiiliyatta işte bunlar oluyor. Ukrayna toplumunda korku atmosferi yaratılıyor, agresif dil kullanılıyor, neonazilere yüz veriliyor, ülke askerileştiriliyor. Bunun yanı sıra yalnızca tam bir bağlılık değil, doğrudan dış yönetim söz konusu. Yabancı danışmanlar Ukrayna idari organlarını, istihbarat ve silahlı kuvvetlerini yeniden düzenliyorlar. Yine Ukrayna, askerî açıdan “yapılandırılıyor”, topraklarında NATO alt yapısı kuruluyor. “Yerel halklar” ile ilgili adı geçen utanç verici kanunun, NATO’nun Ukrayna’da gerçekleştirdiği askerî eğitimin himayesi altında kabul edilmesi de tesadüf değildir.

            Aynı himaye altında Ukrayna ekonomisinin geri kalan kısmı yutuluyor, doğal kaynakları sömürülüyor. Tarım arazilerinin satışı da ufukta görülüyor. Kimlerin satın alacağı ise şimdiden belli. Evet, zaman zaman Ukrayna’ya finansal destek ile krediler veriliyor. Ancak bunları kendi şartları ve çıkarları çerçevesinde veriyorlar, Batılı şirketlere ayrıcalık ve imtiyazlar tanınıyor. Peki, bu borçları kimler ödeyecek? Öyle görünüyor ki bunu yalnızca bugünkü nesil değil, onların çocukları, torunları ve muhtemelen de torunlarının çocukları da ödeyecektir.

            “Rusya karşıtı” projenin Batılı fikir babaları, Ukrayna siyasi sistemini öyle düzenliyorlar ki, devlet başkanı, bakanlar, milletvekilleri değişse bile Rusya ile ayrılma, onunla çatışma devam ediyor. Şimdiki başkanın seçim öncesi sloganı, barışı sağlama şeklindeydi. Bu slogan sayesinde iktidar oldu. Ancak verdiği sözler yalan çıktı. Hiçbir şey değişmedi. Bazı konularda ise Ukrayna’da ve Donbass çevresinde durum daha da geriledi.

            “Rusya karşıtı” projede egemen Ukrayna ve onun gerçek bağımsızlığını savunmaya çalışan siyasi güçlere yer yoktur. Ukrayna toplumunda barışın sağlanması, diyalogun kurulması, mevcut çıkmazdan çıkma arayışının aranması gibi konulardan bahsedenler “Rusya yanlısı” ajan yaftası yiyorlar.

            Ukrayna’da birçok kimse için “Rusya karşıtı” projenin kabul edilemez olduğunu tekrarlayayım. Ancak onlara başlarını kaldırmaya müsaade etmiyorlar, kendi görüşlerini savunmaya imkân tanımıyorlar. Onları korkutuyorlar, yer altına itiyorlar. Düşünceleri, söyledikleri söz, kendi tutumlarını açıkça ifadeleri dolayısıyla insanları takip etmekle kalmıyor, öldürüyorlar da. Katiller de çoğunlukla cezasız bırakılıyor.

            Ukrayna’nın “gerçek” vatanseveri olarak yalnızca Rusya’dan nefret edenler kabul ediliyor. Bundan da önemlisi anladığımız kadarıyla Ukrayna devlet yapısının da gelecekte ancak bu fikir üzerine inşa edilmesi teklif ediliyor. Nefret ve hırçınlık, egemenlik için çok kaygan bir zemin olup ciddi riskler taşıyor ve ağır sonuçlara da yol açabiliyor. Dünya tarihi bunu defalarca ispatlamıştır.

            “Rusya karşıtı” projesiyle bağlantılı olan tüm kurnazlıkları biz anlıyoruz. Bizim tarihî topraklarımızla orada yaşayan bize yakın insanların Rusya’ya karşı kullanılmasına da hiçbir zaman izin vermeyiz. Bunu denemek isteyenlere ise böylece kendi ülkelerini yıkacaklarını söylemek isterim.

            Ukrayna’daki mevcut iktidar, Batı tecrübesine atıf yapmayı seviyor, Batı’yı örnek olarak görüyor. O zaman Avusturya ile Almanya’nın, ABD ile Kanada’nın yan yana nasıl yaşadıklarına bakın. Etnik yapı ve kültür alanlarındaki yakınlıklarına ve neredeyse aynı dili kullanmalarına rağmen bu ülkeler kendi çıkarları, kendi dış politikaları olan egemen devlet olarak kalıyorlar. Ve tüm bunlar, entegrasyonlarını ve işbirliği ilişkilerini engellemiyor. Aralarındaki sınırlar da çok göreceli, şeffaftır. İnsanlar sınırların öbür tarafına geçtiklerinde dahi kendilerini evlerinde gibi hissediyorlar. Aileler kuruyor, eğitim alıyorlar, çalışıyorlar, iş kuruyorlar. Aynen günümüzde Rusya’da yaşayan milyonlarca Ukraynalı gibi. Bizim için onlar, bizdendir, öz kardeşlerimiz gibidir.

            Rusya, Ukrayna ile diyaloğa açık olup en zor meseleleri görüşmeye de hazırdır. Ancak karşı tarafın kendi milli çıkarlarını savunduğunu, başkalarının çıkarlarını gözetmediğini, bizimle mücadelede başkalarının elinde silah olmadıklarını anlamak, bizim için önemlidir.

            Ukrayna dili ve geleneklerine, Ukraynalıların kendi devletlerini bağımsız, güvenli ve refah bir devlet olarak görme çabasına saygıyla yaklaşıyoruz.

            Eminim ki, Ukrayna gerçek egemenliğe Rusya ile ortaklık ilişkileri içerisinde kavuşabilir. Manevi, insanî, medeni bağlantılarımız asırlar içinde oluştu, aynı kaynaklara dayanıyor, ortak imtihan, başarı ve zaferlerle pekişti. Bizim akrabalığımız, nesilden nesile aktarılıyor. Bu akrabalık, günümüz Rusya’sı ile Ukraynası’nda yaşayan insanların kalpleriyle hafızasında, milyonlarca ailemizi birleştiren kan bağında. Birlikte her zaman çok daha güçlü ve başarılıydık ve öyle olacağız. Çünkü biz bir milletiz.

            Şimdi bu sözler birileri tarafından sert bir mukavemetle karşılanıyor. Çok farklı şekilde de yorumlanabilir. Ancak birçok insan beni duyacak. Ve tek bir şey söyleyeceğim: Rusya hiçbir zaman “Ukrayna karşıtı” olmadı ve olmayacak. Ukrayna’nın nasıl olacağını ise onun vatandaşları karar verecektir.

                                                                                                                                             V. Putin



[1] Zaporijya şehri çerçevesinde yaşayan kazak birlikleridir.


[2] Ukrayna’da komutan, askeri lider.


[3] Eski zamanlarda sınırlara yerleşmiş savaşçı Rus Halkı.